DNR: Ölüm Hakkı

Kardiyopulmoner resüsitasyon solunum ve/veya dolaşımı duran kişilerin, kimyasal ve mekanik müdahalelerle yaşamsal sistemlerinin yapay olarak tekrar çalıştırma çabalarına verilen isimdir. 1960 yılında Kouwehoven tarafından tanımlanan ve dünya çapında yaygın olarak kullanılan bu tekniğin geliştirilmesi ve ilerletilmesi için birçok konferans düzenlenmiş, kılavuzlar çıkarılmıştır.
Son 10 yıla kadar KPR’nin kullanımı o kadar yaygınlaşmış, kökleşmiş ve yerleşmiştir ki her hastanın hakkı konumuna gelmiştir.
Peki bu ne kadar doğrudur? KPR ne kadar yararlıdır? Herkese ve her şartta yapılmalı mıdır? Hastanın ölüm hakkı nerede başlar? Yaşam süresini uzatıp yaşam kalitesi düşen hastaların ölme hakkı ellerinden mi alınır?
Resüsitasyondan alınabilecek en iyi sonuç; hastanın bilinç düzeyinde hasar olmaması ve kabul edilebilir düzeyde iyi bir yaşam kalitesi olarak tanımlanmaktadır. Fakat KPR uygulamalarının başarısını etkileyen pek çok faktör vardır. KPR invaziv, maliyeti yüksek bir işlemdir ve sonuçları da çok değişken olmakla birlikte genellikle başarı şansı düşüktür.
- Murphey ve arkadaşları, 70 yaş ve üzerinde kardiyak arrest gelişen hastalarda yaptıkları çalışmalarda 503 hastanın ancak 19’unun (%3.8) hastaneden ayrılabildiğini bildirmişlerdir.
- Landry ve arkadaşları Amerika’da iki yıl süresince yoğun bakımda 114 hastayı geriye dönük olarak incelemiş. Hastaların %44’ü ilk kez resüsite edilmesine rağmen sadece 6’sı (%5) düzelerek hastaneden ayrılabilmiştir. Ayrıca hastaneden ayrılmayı başaran 6 hastadan 4’ü 1 yıl içerisinde ölmüştür, diğer ikisinin de ciddi sağlık sorunları devam etmiştir.
- Hollanda’da 2015’te yapılmış olan bir çalışmada, hastane dışı kardiyak arrest gelişip resüsite edilen 70 yaş üstü hasta grubunda hayatta kalma oranı yüzde 12 olarak tespit edilmiştir. Bu oran 80 yaş ve üzerinde yüzde 6’lara kadar düşmektedir.
- Hastane dışı kardiyak arrest vakalarının sağ kalımları günümüzde hala düşüktür, hastaneden taburculuk oranları(geri dönüşümsüz sekellerde dâhil) ortalama %7.6’dır. Kardiyak arrestten sağ kurtulanların %50’sinde nörolojik hasarlanma olmaktadır.
Bu çalışmalar gösteriyor ki ileri yaş ve/veya ciddi hastalığı olan hastaların çok azı hızlı resüsite edilmesine rağmen hayatta kalmaktadır. Bu hastalarda hayatta kalanların prognozu da kötüdür. KPR’nin yararı arrestin gelişmesine neden olan patolojik duruma, hastanın özelliklerine, resüsitasyonsuz geçen zamana ve kaliteli KPR tekniğine bağlıdır.
Bu gibi çok değişkenli sonuç ve çalışmalar KPR konusunu etik olarak da tartışmaya açmıştır.
- KPR’nin kronik hastalığı ve ek sağlık sorunu olan hastalarda başarısız olduğu görülmüştür.
- Terminal hastalığı olan hastalar başta olmak üzere bazı hastaların resüsite edilmek istemedikleri sağlık çalışanları tarafından fark edilmiştir.
Bu gibi birçok sonuç KPR politikalarının yavaş yavaş genel bir görüş ve zorunluluk olmaktan çıkarıp sağduyu haline gelmesine sebep olmuştur. Resüsitasyonun tek endikasyon olmaktan çıktığı; KPR’ nin hangi şartlarda uygulanması gerektiği soruları daha sık gündeme gelmeye başlamıştır.
Tarihte ilk kez 18. yüzyılda Bacon tarafından: ‘’Doktorun vazifesi hastayı ıstıraplarından kurtarmak ve sıhhatine kavuşturmaktır ama bunu yapamadığı durumlarda onun en acısız ve rahat şekilde ölümünü sağlamak da görevlerinden biridir.’’ şeklinde tanım yapmıştır.
Elden ayaktan kesilmeden, kimseye yük olmadan, sefil hale düşmeden, onurlu bir ölümü seçmek; son yıllarda hasta odaklı ve hasta otonomisine vurgu yapan bir yaklaşıma geçiş olmasıyla birlikte bir hak olarak görülmektedir. (2015 ERC kılavuzunun etik bölümünde resüsitasyon ve ölüm kararı verme kısmına bu durum yansımıştır.)
Biyoteknolojide ilerleyen uygulamalar, yeni tedavilerdeki hızlı artış; kötü seyirli ölümcül hastalıklarda dâhil tedavisi mümkün olmayan hastalıklarda yaşam süresini uzatarak, kaçınılmaz olan ölümü bir parça da olsa geciktirebilmeyi olanaklı kılmaktadır.
Kimi hastalar, hasta yakınları, doktorlar için kaçınılmaz sonun ötelenmesi bir lütuf olarak görülmekte iken kimileri içinse daha fazla ağrı, acı ve azap anlamı taşır; her insan için yaşamın anlamı farklıdır. Kişilerin bu anlam arayışlarını biçimlendiren pek çok etmen vardır ve “daha uzun yaşamaktansa daha anlamlı yaşamak” arzusu da buna dâhildir.
KPR Endikasyonu Olmayan Durumlar
- Ölümün geri dönüşümsüz bulguları (rigor mortis, dekapitasyon, dekompozisyon, lividite)
- Yenidoğan 23 hafta altı, 400 gr altı, konjenital anomaliler(anensefal vb.)
- Maksimal tedaviye rağmen vital bulguları kötüleşen hiçbir fizyolojik yarar beklenmeyen hastalar
- Şiddetli travma sonucu 10 dakika içinde revize travma skorunun düşük olduğu olgular
- Yaşam işareti olmadan multipl ekstremite ampütasyonları
- Vital bulguların olmadığı beyin maddesinin dışarı çıktığı penetran kafa yaralanmaları
- 2 saatten daha fazla su içine batma
- Şiddetli kardiyak yaralanmalar
- Ağır ezici yaralanmalar
- Hastanın DNR/DNAR talimatı olması (ülkemizde uygulanmamaktadır)
Tıbbi uygulamalarda DNR talimatı kullanımına başlanması 1980 yılından itibaren olmuştur. DNR protokolü uygulayan ülkelerin sayısı giderek artmaktadır.
Devam edecektir…